Malpraktis Uygulamalarında Hekimin Hukuki Sorumluluğu ve Rücu
Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kurallarında hatalı tıbbi uygulama veya malpraktis; “bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulaması” şeklinde tanımlanmıştır. Malpraktis ve komplikasyon kavramları, komplikasyonun tıbbi standartlara uygun gerçekleşen müdahaleye rağmen, ortaya çıkabileceği kabul edilen ve her türlü tedbire karşı meydana gelmesi kaçınılmaz zararlar olması bakımından birbirinden ayrılır. Bu çerçevede bir komplikasyon yaşanması halinde hekimin sorumlu tutulamayacağını belirtmek gerekir.
Malpraktis, tanı, teşhis, muayene, tetkik tedavi, organizasyon gibi hasta ve hekim arasında gelişen birçok süreçte; bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle ortaya çıkabilmektedir.
Hekimin fiilinin tıbbi hatalı uygulama olarak kabul edilmesi ve hukuki sorumluluğunun doğabilmesi için hastanın iyileşmemesi veya tedavinin beklentiyi karşılamaması yeterli olmayıp, hekimin tıp kurallarına, tıbbi tedavi yöntemlerine veya özen yükümlülüğüne aykırı fiili nedeniyle bu sonuç gerçekleşmelidir. Hekim bu yükümlülüklerini getirdiği müddetçe, yapmış olduğu fiil hukuka aykırılık teşkil etmeyecektir.
Hekim ile Hasta Arasında Kurulan İlişkinin Sözleşmesel Niteliği
Hekimin hatalı tıbbi uygulamalardan doğan sorumluluğunu incelemek için öncelikle hekim ve hasta arasındaki hukuki ilişkinin niteliğini belirlemek gerekmektedir. Doktrinde hekim ve hasta arasındaki ilişkinin hukuki niteliği yönünde farklı görüşler mevcut olmak ile birlikte hekimin yapmış olduğu müdahalenin niteliğine göre iki seçenek mevcuttur:
Hekimin yapmış olduğu müdahale, tedavi niteliği taşıyorsa, hekim ile hasta arasında vekalet sözleşmesi kurulduğu baskın görüş olarak kabul edilmektedir. Vekalet sözleşmesi görüşüne göre, hekim özenli bir vekil gibi hastayı tedavi etme yükümlülüğüne girmekle birlikte, hastaya herhangi bir sonuç taahhüt etmez. Diğer bir deyişle, hastanın tedavi sürecinin olumlu sonuçlanmaması halinde, hekim tıbbi kurallara, sadakat ve özen yükümlülüğüne uyduğu müddetçe sözleşmeye aykırı davranmış olmayacaktır. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi de 2006/10057 E. 2006/10057 K. numaralı kararın aynı doğrultuda,
“Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan dahi sorumludur. O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmesizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastanın ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmedir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, Borçlar Kanunu’nun 394/1 maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.” şeklinde hüküm kurmuştur.
Hekimin yapmış olduğu müdahale, estetik amaç taşıyorsa, hekim ile hasta arasında eser sözleşmesi kurulduğu baskın görüş olarak kabul edilmektedir. Eser sözleşmesi kurulduğu kabul edilen hallerde, örneğin rinoplasti veya diş protezi gibi işlemlerde, doktorun estetik amaca ve hastanın dış görünüşündeki değişim beklentisine uygun olarak bir sonuç taahhüdünde bulunduğu kabul edilir. Hekimin taahhüdünü gerçekleştirmesinde ise benzer alanda aynı işleri üstlenen basiretli bir kişinin göstermesi gereken mesleki ve teknik kurallar esas alınacaktır.
Nitekim Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2020/1808 E. 2020/2925 K. sayılı kararında da estetik amaçlı müdahalelerde eser sözleşmesi hükümleri uygulanması gerektiği, “Sözleşme ile davacıya estetik müdahalelerde bulunulması kararlaştırılmıştır. Davacı ile davalı arasındaki sözleşmenin niteliği itibariyle hekim ile hasta arasında tedaviye ilişkin sözleşmeden farklı olduğu ve eser sözleşmesi hükümlerinin uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır. Eser sözleşmesini düzenleyen TBK’nın 470. maddesi uyarınca yüklenicinin edimi bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin edimi ise, karşılığında bedel ödemeyi üstlenmesidir. Eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici sonucu garanti etmektedir. Davacı, göğüs küçültme ve dikleştirme (toparlama) ve karın gerdirme gayesiyle yani estetik amaçla davalıya başvurmuş olduğuna göre, estetik ameliyat yapılmak suretiyle istenilen ve kararlaştırılan amaca uygun güzel bir görünüm sağlanması ve sürecin sağlıklı bir şekilde neticelendirilmesi hususlarının taraflar arasındaki eser sözleşmesinin konusu olduğu açıktır. Burada sözleşme yapılmasının nedeni belli bir sonucun ortaya çıkmasıdır. Eser yüklenicinin sanat ve becerisini gerektiren bir emek sarfı ile gerçekleşen sonuç olup, yüklenici eseri iş sahibinin yararına olacak şekilde ve ona hiçbir zarar vermeden meydana getirmek yükümlülüğü altındadır.” ifadeleri ile hükme bağlanmıştır.
Hekimin hatalı tıbbi uygulamadan doğan sorumluluğu, haksız fiil veya sözleşmeye aykırılık biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Prensip olarak, hekimin müdahale esnasında sözleşmeye aykırı davranışları aynı zamanda vücut bütünlüğüne karşı haksız fiil de oluşturmaktadır. Bununla birlikte, hasta ile hekim arasında bir sözleşmesel ilişki bulunmadığı hallerde de haksız fiil sorumluluğundan bahsedilir. O halde, hasta, sözleşmesel ilişkiden kaynaklanan müdahalelerde hem haksız fiil hem de sebepsiz zenginleşmeden doğan sorumluluk esasına dayanabilecektir. Türk Borçlar Kanunu’nun 60. maddesi doğrultusunda, sorumluluk sebeplerinin birbiri ile yarışması halinde hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verecektir.
Tazminat sorumluluğun oluşması için hukuka aykırılık, kusur, zarar ve nedensellik bağı unsurlarının varlığı aranmaktadır.
Hukuka aykırılık bakımından, Türk Borçlar Kanunu’nun ‘’Zarar görenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar, zarar verenin davranışının haklı savunma niteliği taşıması, yetkili kamu makamlarının müdahalesinin zamanında sağlanamayacak olması durumunda kişinin hakkını kendi gücüyle koruması veya zorunluluk hâllerinde de fiil, hukuka aykırı sayılmaz.’’ hükmünü içeren 63. maddesine değinmek gerekmektedir. Kişinin rızasının olması her türlü müdahaleyi hukuka uygun hale getirmemekle birlikte, hekimin aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirerek hastanın rızasını alması önem taşımaktadır. Hastanın bilincinin kapalı olması gibi rıza alınmasının mümkün olmadığı hallerde ise daha üstün nitelikte özel bir yarar olduğundan veya zorunluluk halinden bahsedilebilecektir.
Zarar unsuru bakımından ise, haksız fiil sorumluluğu halinde, üçüncü kişilerin etkilenmesi durumunda oluşan yansıma zararın, destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat haricinde tazmin edilmeyeceği belirtilmelidir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesinde öngörülen, “Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.’’ hükmü doğrultusunda, hastanın hekim tarafından öngörülen tedaviye uygun olmayan ve zararda etkili olan davranışları da hekimin sorumluluğu ve tazminat miktarı belirlenirken dikkate alınacaktır.
Sorumsuzluk anlaşmaları yapılması halinde, Türk Borçlar Kanunu’nun “uzmanlığı gerektiren bir hizmet, meslek veya sanat, ancak kanun ya da yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütülebiliyorsa, borçlunun hafif kusurundan sorumlu olmayacağına ilişkin önceden yapılan anlaşma kesin olarak hükümsüzdür’’ hükmünü içeren 115. maddesi doğrultusunda, hekimlerin sorumsuzluk anlaşmaları ile sorumluluktan kurtulamayacağını ayrıca belirtmek gerekmektedir.
Tazminat Türleri
Hekimin sorumluluğundan doğan tazminat türleri, maddi ve manevi tazminat olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Maddi zarar, hastanın malpraktis nedeniyle yapmış olduğu masraflardır. Maddi zarar, yalnızca hatalı uygulama sonrası iyileşmek için yapılan masrafları değil, hatalı uygulama nedeniyle oluşan kazanç kayıplarını da içermektedir. Ayrıca hasta, kalıcı bir sakatlık yaşaması halinde “güç kaybı” tazminatı da talep edebilecektir. Hastanın ölümü durumunda ise yakınlarının destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin hakları da maddi tazminat türleri arasındadır.
Manevi zarar ise kişilik ve manevi değerler üzerinde meydana gelen, ruhsal durumu etkileyen zararlardır. Ağır bedensel zarar ve ölüm halinde, zarar görenin yakınlarının da manevi tazminat talep etme hakkı bulunmaktadır.
Zamanaşımı
Hasta ve hekim arasındaki ilişkinin, vekalet sözleşmesi olduğu kabul edilen hallerde zamanaşımı zararın varlığının öğrenilmesinden itibaren beş yıl, haksız fiil olduğu kabul edilen hallerde hastanın zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halde on yıl olarak öngörülmüştür. Ayrıca belirtilmelidir ki, haksız fiil sorumluluğu doğan hallerde, fiil ceza kanunları bağlamında suç teşkil ediyorsa ve kanunlarda daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüş ise, ceza zamanaşımı süresine tabi olunacaktır.
Yönetmelik İle Getirilen Yeni Düzenlemeler
Sağlık Meslek Mensuplarının Tıbbi İşlem ve Uygulamaları Nedeniyle Soruşturulmasına ve İdarece Ödenen Tazminatın Rücu Edilmesinde Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile Getirilen Yeni Düzenlemeler
15 Haziran 2022 tarihinde yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensuplarının Tıbbi İşlem ve Uygulamaları Nedeniyle Soruşturulmasına ve İdarece Ödenen Tazminatın Rücu Edilmesinde Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile Yönetmelik ile sağlık meslek mensuplarının mesleğin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbî işlem ve uygulamalar nedeniyle yapılacak soruşturmalara ve kamu kurum ve kuruluşları ile Devlet üniversitelerinde görev yapan sağlık meslek mensuplarının, söz konusu işlem ve uygulamaları nedeniyle idare tarafından ödenen tazminatın, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullandığı kesinleşmiş ceza mahkemesi kararı ile tespit edilmesi halinde ilgilisine rücu edilmesine ilişkin usul ve esaslar ile Mesleki Sorumluluk Kurulunun çalışma usul ve esasları düzenlenmiştir.
Yönetmelik ile Mesleki Sorumluluk Kurulunun yapısı ve çalışma usulü belirlenmiş ve sağlık meslek mensuplarının yapmış olduğu uygulamalarına ilişkin Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütülecek soruşturma, öncelikle Mesleki Sorumluluk Kurulu iznine bağlı kılınmıştır.
Yönetmelik uyarınca, kamu kurum ve kuruluşları ve Devlet üniversitelerinde görev yapan sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar sebebiyle idare aleyhine açılan davada mahkeme kararına göre idarece ödenen meblağa ilişkin rücu isteminde bulunulabilmesi için; sağlık çalışanının kasten görevinin gereklerine aykırı hareket etmiş olması ve görevi kötüye kullandığına ilişkin kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı olması gerekmektedir. Bu durumda, sağlık çalışanının kusur oranı gözetilerek Mesleki Sorumluluk Kurulu tarafından belirlenen miktar sağlık çalışanına rücu edilecektir.
Bilginize sunarız.
Yorum bırakın